Fatih Sultan Mehmet Vakıf Üniversitesi 15 Temmuz Milli Birlik ve Demokrasi Günü etkinlikleri kapsamında fakültemiz tarafından düzenlenen panelde darbeler ve özellikle de 15 Temmuz menfur darbe girişimi siyasal ve ekonomik açıdan ele alındı.
Panelde ilk olarak söz alan fakültemiz Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölümü Bölüm Başkanı Dr. Öğr. Üyesi İsmail Yaylacı, darbenin tanımı ile sözlerine başladı. Fransızca bir kelime olan coup d’etat kavramı ile Siyaset Biliminde kullanılan terimin, ilke kez 1802 yılında, Napolyo’nun kendi siyasi muarızlarını etkisiz hale getirmesi sonrası İngiliz gazetelerinde çıkan haberlerde kullanıldığını ve böylece bu terimin İngilizce literatüre de girdiğini kaydetti.
Darbelerin geniş bir bakış açışıyla ele alındığında, çok eski çağlardan beri var olagelen bir olgu olduğunu fakat modern anlamda demokratik siyaset açısından daha farklı bir anlam ifade ettiğini aktardı.
Darbelerle ilgili yapılmış bazı araştırma sonuçlarını da paylaşan Yaylacı, Illinois Üniversitesi Clein Center for Advanced Research tarafından darbeler hakkında yürütülen bir proje verilerine dayanarak 1946 sonrasında 943 darbe vakası ile karşı karşıya kalındığını, bunların 426’sının başarılı 326’sının başarısız girişim düzeyinde ve 181’inin sadece komplo düzeyinde kalmış olduğunu ifade etti. Clayton Thyne ve Jonathan Powell’in yapmış olduğu farklı bir araştırma sonucunu da paylaşan Yaylacı, buna göre 1946 sonrasında 457 darbe vakası görüldüğünü ve bunların 227’sinin başarılı 230’unun ise başarısız olduklarını aktardı.
Başarısız darbelerin çoğunluğunun Afrika ve Latin Amerika’da görüldüğünün altını çizen Yaylacı, 60’lar ve 70’lerin ve de 90’ların başlarının dünyada en çok darbe gözlemlenene yıllar olduğunu söyledi. Muhalif darbe, isyancı darbe (etnik çatışma olan yerlerde bir etnik grubun diğer etnik grubu güçten düşürmek için yaptığı girişimler), saray darbesi (yönetici elitler tarafından yapılan darbe), oto darbe gibi askeri olmak zorunda olmayan darbeler de olduğunu belirten Yaylacı konuşmasının sonunda uluslararası aktörlerin de darbeler üzerinde ne şekilde etkili olabileceklerine dair örnekler verdi.
Panelin ikinci oturumunda söz alan fakültemiz İşletme Bölümü Dr. Öğr. Üyesi Kazım Dağhan Gökçe ise uluslararası ilişkilerde karşımıza çıkan hiçbir olay ya da gelişmenin bir rastlantı sonucu ortaya çıkmadığının altını çizerek konuşmasına başladı. 1948 Westphalia Barışı, 30 Yıl Savaşları ve 80 Yıl Savaşları sonrasında, Avrupa’da siyasetin dinin önüne geçmesi ile birlikte dengenin oluştuğunu kaydeden Gökçe, Avrupa’nın kendi içerisinde savaşarak bu dengeyi bulduğunu fakat bizim kendi coğrafyamızda halen kendi statükomuzu kuramadığımızı ifade etti.
1960, 1980 darbeleri ve arada geçen darbe girişimleri ve yaşanan tüm krizlerin ve de 15 Temmuz darbe girişiminin tüm bu denge kuramıyor oluşumuzun bir göstergesi olduğunu belirten Gökçe, dünyanın farklı yerlerinde gözlemlenen darbe girişimlerinin ve de Avrupa’da çok az sayıda gerçekleşen girişimlerin de bunun bir göstergesi olduğunu belirtti.
Panelin üçüncü oturumunda söz alan fakültemiz dekanı Prof. Dr. Lokman Gündüz ise darbelerin ekonomik ve finansal etkileri üzerine yapmış olduğu araştırmaların sonuçlarını paylaştı. 15 Temmuz öncesi ve sonrasında gayr-i safi yurt içi hasıladaki değişimleri grafiklerle ele alan Gündüz, Sosyal Bilimlerde bu tür değerlendirmelerin daha geniş zamanlara ihtiyaç duyacağını bu nedenle de 15 Temmuzun ekonomimize yapmış olduğu etkiyi görebilmek için değerlendirmeyi daha uzun bir zaman dilimi için yapmamız gerektiğini ifade etti. Sadece 15 Temmuz değil 60 darbesinden günümüze önemli darbe ve muhtıraları da değerlendiren Gündüz, bu gelişmelerin milli gelire önemli etkilerini olduğunu belirtti. Darbelerin beraberinde siyasi ve iktisadi belirsizliğe aynı zamanda da bir meşruiyet sorununa neden olduğunu kaydeden Gündüz, bu tür girişimlerin öncesi ve sonrasına baktığımızda iktisadi büyümenin önceki beş yıllık döneme kıyasla yavaşladığının, finansal piyasa göstergelerinde değişkenliğinin arttığını ve yükseldiğinin altını çizdi.
Panelin son oturumunda söz alan Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölümü Dr. Öğr. Üyesi Abdurrahim Sıradağ ise 15 Temmuz’un Türkiye- Afrika ilişkileri üzerine yansımaları üzerinden değerlendirmelerini paylaştı. Türkiye’nin Afrika ile aktif siyasetinin 2005 yılında başladığını kaydeden Sıradağ, bu tarihten sonra Afrika’da Büyükelçilik sayılarının arttırıldığını ve bugün Afrika ile ticaret hacmimizin 23 milyar dolara ulaştığını, TİKA’nın 20, Yunus Emre Enstitüsünün ise 10 ofisiyle Afrika’da faaliyet gösterdiğini sözlerine ekledi.
FETÖ’nün Türkiye’nin devlet olarak Afrika’da aktif siyasete başlamasının çok öncesinde kıtada yapılanmaya başladığını aktaran Sıradağ, başta eğitim alanı olmak üzere örgütün Afrika kıtasında birçok kurumla aktif faaliyet göstermekte olduğunu, şu anda hâlihazırda bu faaliyetlerin devam ettiğini, Maarif Vakfı’nın örgüte ait 48 okuldan 21’ini bünyesine alabildiğini ve bu okullarıyla şu anda 27 ülkede faaliyet gösterdiklerini kaydetti.
Türkiye’nin Afrika’da FETÖ’ye karşı vereceği mücadelede aktif ve çok yönlü bir dış politika yürütmesi gerektiğini ifade eden Sıradağ, Afrika’da FETÖ’ye bakış açısının halen çok farklı olduğunu bunu değiştirmenin de zaman alacağının altını çizdi.
Panel katılımcıların 15 Temmuz darbesinin bir daha yaşanmaması ve darbe gecesi hayatlarını veren şehitlerimize rahmet dilekleriyle sona erdi.